Mavinin sarmaş dolaş tonları arasında bir küçük kayık gördüm. Rüzgarla şımarık bir iş birliğine girmişti. Sahibinin sözü dışına çıkıyor olmak onu haylazca gülümsetiyordu. Küçük salınımlarla, yavaşça derinlere doğru ilerleyen bu kayık kimdi? Neden bu kadar yalnızdı? Çılgın bir düşünceyle gülümsediğini varsaydığım kayığı, şimdi de hüzünlü bulmaya başlamıştım. Salınımları bana bir kederi hatırlatıyordu. Varsaymak yerine sormaya karar verdim.
-Neden bu kadar yalnızsın? Hem nereye gidiyorsun öyle? Bir merak edenin olur.
Bu sefer de gülümsemesi alaycı bir hal aldı. Sanki alay ettiği kendisiydi. Aklım iyice karıştı. Meraktan yerimde duramaz oldum.
-Dur, n’olur gitme! Hikayeni anlatırsan seni dinlerim. Oldukça merak ettim doğrusu. Sonra, nereye istersen git. Ne dersin, kalacak mısın?
Dönüp bana baktı ve kalmaya karar vererek anlatmaya başladı. Bu arada, denizin dalgaları bizimle aynı fikirde değildi. Acele etmeliydik, belli ki anlatacak çok şey vardı.
-Biliyor musun? Bir zamanlar çok çalışırdım. Şanlı doğanlardan olmadım ben. Payıma düşen, doğduğum bu kıyılarda çalışa çalışa ölmek! Ama hayır, buna izin vermeyeceğim! Gideceğim buralardan. Hem artık kalmam için bir neden de yok, dedi ve birkaç damla yaş süzüldü yanaklarından. Hikâyesinin sonundan başlamıştı anlatmaya. Kendisi için verdiği bu karar içime sinmemiş, eksik bir şeyler olduğunu düşünmüştüm. Daha baştan anlatmalıydı. Belki de yardımım dokunurdu. Başta bencil bir düşünceyle, sadece hikayesini merak ettiğim bu kayığa karşı kendimi kötü hissetmeye başlamıştım.
-Anlıyorum seni ama peşinen karar vermemelisin. Nedir gitmeye karar vermene sebep olan şey?
– Eskiden koca bir gemi olmayı çok isterdim. Tatil yapan insanların sesleriyle, engin denizlerde sakince seyretmeyi… Tüm heybetimle ağır ağır süzülürken başka ülkelerden, başka diyarlardan geçmeyi… Ama ne çare! Bir küçük kayık olarak doğdum ben. Bunu değiştiremem fakat sonumu değiştirmek için her şeyi yapmaya kararlıyım. Gideceğim. Aslına bakarsan ben çoktan giderdim. Yalnız, ona kıyamadım. Ekmek teknem diyordu bana. Saatlerce uğraşırdı her yanımla. Daha güçlü olabilmem, daha güzel görünebilmem için neler yaptı neler… Onun hatırı olmasa takardım rüzgârı koluma, dağıtılacaksam dağılayım derdim derin sularda. Bu halat mı dayanacaktı bana? Ama yapamadım işte, kıyamadım ona. Benden başka kimi vardı? Günler, geceler geçerdi de kapısını çalan olmazdı. Bende olmasam ne yapardı? Tutunamazdı hayata.
Her şey daha net görünmeye başlamıştı. İki yolcunun yan yana koltuklarda yolculukları boyunca yaptıkları bu hoş sohbet, yolculuğun tüm sıkıcı tarafını alıp götürmüştü. Peki sonra ne olmuştu? Yol mu bitmişti, yolcu mu inmişti?
-Sonra ne oldu peki?
-O gitti. Bir sabah hiç çalmayan kapısının önüne bir sürü insan geldi. Ağlama sesleri duydum. Kıyıya yanaştım, konuşulanları duymaya çalıştım. Fakat hiçbir şey anlayamadım. Sonra günler geçti. Geçen günler boyunca o bir daha gelmedi. Bense beklemeye devam ettim sabırla. Sonra bir gün, bir adam geldi. Tuttu halatımdan çekti beni kıyıya. Tanımadığım bu adamı hiç sevmemiştim. Sağıma soluma baktı. Bakarken de konuşmaya başladı. Beni kullanacakmış aklı sıra. Sonra bir söz etti, ondan bahsetti. Ölüm dedi, gitti dedi, hatta sevindi. İçim sızladı, canım yandı. Madem artık o olmayacaktı, o zaman bende durmayacaktım. O günden sonra, onun kadar sevdiğim şeye, yani derinlere gitmeye karar verdim. Kimse beni durduramaz. Doğduğum bu kıyılarda ölmeyeceğim. O öldü, belki gidince bende öleceğim. Ama ikimiz için gideceğim. Belli olmaz, belki ikimiz için yaşamanın bir yolunu bulabilirim. Ne dersin?
İçinde sakladığı nefesi yaşatmaya çalışanlara…
Müge Anda